Caddenin
soğuk kalabalığında göze çarpan bir telaş vardı, pembe ayakkabılı kız için her
şey olağan başlamış ancak ne zaman 92. caddeye girdi ise o zaman değişim
başlamıştı. Kaldırımın neredeyse tam orta yerinden yürüyor ve çocukluğundan
kalma alışkanlığı ile çizgiler üzerinde zig-zag çizerek seri adımlar atıyordu.
Hava serin ve hissedilecek kadar esintiliydi. Gökyüzü bir Ağustos gününe
yakışmayacak kadar karamsar bakışlarla izliyordu caddenin kalabalığını. Nereye
gidiyor bunca insan? Kahverengi ceketli adam neden söylenip duruyor, beyaz
etekli kadın yürürken neden bu kadar çok kişiye çarpıyor, şu delikanlı kaldırım
üzerinde bisiklet sürmemesi gerektiğini bilmiyor mu acaba ve dünya neden bu
kadar kirli? Yerlerde sigara izmaritleri, içecek kutuları, tükürük ve balgam
izleri, sağa sola saçılmış insan gölgeleri. Neden bu denli karmaşıktı dünya?
Telefon kulübesinin önünden geçerken bir ailenin daha parçalandığını rahatça
anlayabileceği sözler işitti pembe ayakkabılı kız. Ancak etkilenmedi, zaten bir
parçalanmışlığın zerresinden başka bir şey değildi. Duraksamadı. O yürüyor 92.
Cadde uzuyor. Giderek daha da kirleniyordu. Esinti yerini rüzgâra
bırakıyor, gölgeler azalıyor ve Ağustos
tüm gücüyle can sıkıyordu. 92. Cadde kokuyor, korkutuyordu.
Ensesinde
hisseti. O korkunç nefes yıllar sonra yeniden ensesindeydi, korkmadı,
adımlarını hızlandırmak yerine kendince en doğru olanı yaptı. Yavaşladı, artık
zig-zaglar yapmıyor düz adımlarla çizgiyi çiğniyordu. Omuzları daha dik, göğsü
daha yukarıda ve karın kasları çekilmiş durumda. Dudaklarını birbirine kenetlemiş
ve henüz birkaç saat önce sürdüğü, reklamların söylediğine göre tüm gün
kalıcılığını yitirmemesi gereken rujunu test edercesine bastırıyordu. Burnundan
aldığı nefesler ona yetmiyor ancak yinede buna devam ediyordu. Pürüzsüz cildini
bir gerginlik almış ve gözleri daha büyük bebeklere sahip olmuştu. Nefes
ensedeydi, 92. Cadde ıssız bir kalabalığın tecavüzünde derinlerden inliyordu.
Avuçları terlemiş ve bacakları yoğun kasılıp gevşemelerden ötürü artık yorulmuş
ve titremeye başlamıştı. Bu ona göreydi ancak hormon salgı düzeylerine
bakıldığında içten içe bir korkuydu bu titreme ve terlemelerin sebebi. Nefes
yıllar sonra ordaydı. Ensesinde. 92. cadde bunu duymuyor, aldırış etmiyor ve
hissetmiyordu. Nefes pembe ayakkabılı kız için yeniden gelmişti.
***
Bar 92.
caddenin orta yerinde sayılabilirdi. Caddenin en eski binalarından biri olan
Mss Gloria binasının cadde katında ve 4 masa sığdırılacak bir minik bahçeye
sahipti. Bahçe kısmını mütemadiyen emeklilik hayatının tamamını hiçbir iş
yapmadan, günün gazete ve dergileri ile vakit geçirecek olan, akşamları en büyük keyifleri televizyonda
rugby ve kriket müsabakalari izlemek olan ve bir barın iç mekân kasvetini
kaldıramayacak olan ihtiyarlar tarafından tercih edilirdi. Kahve, dergi ve 92.
Cadde onlar için yeterli bir rekratif hayat. Bar’ın çıngıraklı kapısını
aralamak pembe ayakkabılı kız için biraz efor harcamasını gerektiriyordu.
Oldukça eski olan bu kapı bara da isim babalığı yapmıştı zaten “92. Street’s
Old Door”. İçeri girdiğinde çıkan
çıngırak sesleri bir anlıkta olsa dikkatleri üzerine toplamasını sağlamıştı.
Birkaç buğulu göz önce onu baştan aşağı süzmüş, sonrasında hayal bile
kurmalarına fırsat vermeyen bira bardaklarına geri dönmüştü. Orta mekân diye
adlandırılan ve uzun süre kalmayıp, birkaç yudum içip kalkacak olanların tercih
ettiği kısım çok kalabalık değildi. Henüz Temmuz ayı olduğundan bunaltıcı
sıcaklar şehre gelmemişti ve bu bardaki tenhalığı açıklayabiliyordu… Barın derinmeklerine
doğru adım attıkça içerisi daha da dumanlı ve ağır nefes kokulu bir hal alıyor,
ışık giderek zayıflıyor ve masalardaki yüzler sertleşiyor, umutsuzlaşıyor ve
gözler kapakları ardına saklanıyordu. Pembe ayakkabılı kızı mutlu eden tek şey
onu karşılayan müzik olmuştu;
Elvis Presley ona bir şeyler anlatıyor ve istemsiz de olsa
yüzünde minik bir tebessüm yaratıyordu;
Pretty woman, walkin’ down the street
Pretty woman the kind I like to meet
Pretty woman I don’t believe you, you’re not the truth
No one could look as good as you, mercy…
Dip köşeye
gelmişti, masasına oturmadan önce çantasından çıkardığı bir mendil ile
oturacağı yeri ve masanın üzerini sildi. Ciğerlerine dolan ağır ve az oksijenli
hava tuvaletin yakınlarda olduğunu ifade ediyordu. Aldırış etmedi. Garsondan
bir Tequila shot istedi. Çantasından sigarasını çıkardı, bir tek sigarayı alıp
dudaklarının arasına yerleştirdi, elini tekrar çantasına daldırdı ve kibritini
aramaya koyuldu. Çantadaki gereksiz kalabalık kibriti bulmasını engelliyordu.
Parmaklarını çantanın her zerresine ulaştırmaya çalışmıştı, ümidini kesti.
Birden bire gözünün önünde şimşek gibi parlayan alev topunu fak etti. Bakımlı
tırnakları olan, beyaz gömlek kolunu harikulade güzel kol düğmeleri ile
tutturmuş bir çift narin bilek değeri oldukça yüksek olan “zippo” marka çakmağı
sigarasına birkaç santim mesafede tutuyordu. Tereddüt etmeden sigarasını yaktı.
Alabildiğince derin bir nefes aldı ve ciğerlerinde sidik kokusundan çok daha
mükemmel bir etki yaratan dumanı bir süre içinde tuttu. Bir keskin “clic” sesi
ile çakmak alevini kaybetti. Pembe ayakkabılı kız başını kaldırdı ve bu nazik
beyefendiye teşekkür etmek üzere gözlerine baktı. Gözlerine baktı.. Gözlerine
baktı… Bir öksürük takıldı boğazına ve ciğerlerindeki tüm duman bir anda
genzini yakarak dışarı çıktı.
-
T.. Te. T teşekkür ederim. Dedi- diyebildi.
-
Rica ederim. Dedi adam bir opera baretonunu anımsatan
ses tonu ile.
Pembe ayakkabılı kız kalktı, çantasını ve sigarasını aldı.
Masaya bir tequila ücretinden daha fazlasını bıraktı ve barı terk etti. İhtiyar
kapıyı açmak Hiç bu kadar kolay olmamıştı. 92. Cadde karşıladı pembe ayakkabılı
kızı. Tüm kalabalığı ile birlikte…
***
Aradan
geçen birkaç hafta hep nefesi düşündü, nefesi hissetti. Yıllar önce, daha
lisedeyken yaşamıştı, ilk o zaman tanışmıştı bu tarifi imkânsız nefes ile.
Şimdi buradaydı, 92. Cadde’de ve tam ensesindeydi. Bir asker gibi cesur
karşıladı bu kez. Artık liseli bir kız değil aksine hayatta çok daha fazlası
idi. 92. Cadde yarılanmış ve Mss
Gloria’nın Cadde katındaki ihtiyar kapının önüne gelmişti pembe ayakkabılı kız.
İşler artık daha zordu. Birkaç hafta öncesinden farksızdı her şey. Dış masalardaki
emekliler ve çıngıraklı ihtiyar kapı. Duraksadı ve nefesi saç diplerinde
hissetti. İteklemeye çalışıyordu sanki pembe ayakkabılı kızı. Kapıya uzandı
Kolu kavrayıp açacaktı ki ödediği hesap yüzünden sinirlenen bir ayyaşın salyalı
naraları açtı ondan önce. İşine gelmişti, içeri girdi. Kalabalık Ağustos ayının
sıcağı ile özdeşleştirilebilecek boyuttaydı. Kimse bakmadı pembe ayakkabılı
kıza. Yürüdü. Müzik duymadı, aceleciler orta alanda yudumlanıyordu. Müzik
duymadı… Bir sigara çıkardı, öylece
ayakta duruyordu. Sigarasını dudakları arasına yerleştirdi. “click” sesi ile
parladı çakmağın alevi, sigarasını yaktı, derin bir nefes aldı. Nefes artık
ensesinden kavramış ve canını acıtıyordu. Beyaz kollu, narin bilekli ve
harikulade kol düğmelerini büsbütün kavradı. Çakmak yere düştü. Sigara yere
düştü. Alabildiği en derin nefesle birlikte Garsonun gözlerine baktı, nefes
yüzüne yaklaştırdı pembe ayakkabılı kızı. Teşekkür etmedi bu kez. Tereddüt de
etmedi. Ensesindeki bu n efesi paylaşmalı ya da teslim olmalıydı. Adamın
dudaklarında buldu kendini….
Nefes kayboldu… Beyaz
gömlekli delikanlı şaşkınlığından tepki vermedi ilk önce. Sonra var gücüyle
içine çekti nefesi.. Dakikalar sürdü. NEFES NEFESE DAKİKALAR…