Blog İçi Arama

Grilikten Koşar Adım Maviye...

Dünya.. apartmanlar..inşaatlar..asfaltlar.. egzoz dumanları.. arabalar vesaire... Ne kadar da bunaltıcı öyle değil mi?

O zaman buyurun "Yaratalım Kendi Dünyamızı.." Kuralsız.. Masmavi...

Ve Şimdi Hoş Geldiniz
KARACA DÜNYASINA

29 Ağustos 2012 Çarşamba

Yeni Dünya Düşleri


Şimdi tam da kimsesiz olmak zamanı...
Uçsuz bir sesizlikte gırtlak patlatmak,
Piç gibi ağlamak, sızlamak, isyan etmek...
Şimdi tam da inkar etmek zamanı, varlığımdan habersiz varlıkları bile.

Hayat iki lira arasına pürüzsüz sürülmüş elli kuruştur bazen,
Bazen öğle, akşam ve kahvaltının unutulmuş olmasıdır sözüm ona yorgunluktan,
Piç olmak iyidir bazen bir fahişe gibi sikilirken göbekli hayat amcanın kucağında
Cayır cayır donmak zamanıdır şimdi bir ağustos sıcağında...

Ve tombul parmaklı kızın uslanma gecelerinde sabahın 4'üyüm ben yapayalnız,
Kuantum fiziğine dair bir denklem,hic akımı olmayan bir şiir aslında...
Ve hiç şiiri olmayan bir şair, satır satır yazmak zamanıdır şimdi,
Okyanustan bir çarşafta üst üste gece giymek zamanıdır...

Hiç dokunmadım göyüzüne ve bir oksijen komasında soluklandım.
Kırılmışta olsa kanatlarım Yok ! Aslına baksan kendime ait sokaklarım da Yok !
Çıplak ayaklarımda yüksek topuklu terliklerimle dakikada 5 adım koşarak...
Bir asır yol almak zamanıdır, evvelden ebede, ait olmadığım şarap kadehlerinde...

Gittiğin yerdeyim beni bırakıp, aşk-meşk deryası değil bu düştüğüm takılıp...
Ne bir araba egzozu ne de bir bisiklet pedalıyım ben bağırtılıp üstüne basılan...
Bir kavak ağacının yaprağı en tepede, yahut bir karınca erzağı kış başında...
Terk etmek zamanıdır bıraktığın yeri.
Bir sancıda kıvranıp doğurma zamanı yeni dünyalar düşlerini... Düşlerimi...

9 Ağustos 2012 Perşembe

Aşk'a Mürid

Aşk'a müridim ben, cenneti varsa cehennemlik.
Bir ilah tuttum mu kendime, mübarek eylerim gönül dergâhımda,
Bir gam bir keder iki rekat bir peder usulü dolanırdım divane dilimde meşk,
Elimde bir kadeh kırmızı kadın, kasıklarında bir yeniçeri der "Allah"

Aşk'a mürid olmak sanma kolay, bir takım mülakatta bin bir olay
Terk-i Sevdalık gördün mü aldanma, usulünce ağla, salyalarınla zırla
Bir fena buse hoplatır kimi vakit erkekliğimi, zilli eteklerinde şaraplı kadın,
Aşk takıntı değil haşa, tapıntı olmuş dilimde. Bir ayyaş der "Yallah"

Aman yanmak ne hoştur aşkın yataklarında, ibadettir bir nevi müridi isen
Meşk eyler kolum bacağım, parmağım ağlarda bir yüzük ister
Ben Çok tanrılı bir Aşığım bak, Tapmalara doymam bir kadına
Bir tadıma vardım mı şeytan attığım taş kadar kolum yorula. Bir kafir der "Anam"

Bir kadının bir erkeği bir erkeğin bir kadını ve bir bebeğin bir kadın ile bir erkeği istemesi
Bir halının bir odanın bir duvarından bir duvarına varması gibi kavuşmak bir nevi
Kollarımın gücü kalmadığı vakit yüreğimle haykırmak gibi bir ezan tadında bir ağıt
Müridiyim Aşkın varsa cenneti cehenneminde yanası. Bir Aşık Der "Yandım"

Aşk ile vardım yoldan beri bir deli eser cennetin yeli
Feri söndü gözümde sol yanımda bir kadın döşümde eli
Destan idim ağıt oldum, kalem idim kağıt
Aşka mürid olmak ne halmış bak. kalmadı gözüm feri...

8 Ağustos 2012 Çarşamba

Karışık Ruh ile Sulh

Bir okyanusunun al yanağında kayboldum, dudaklarından süzülüp çenesinde.
Gamzelerinde bir balık tutuverdi hep. Bir balık yutuverdi, bir adam salıverdi.
Demelere göre sevmelermiş evvela zor olan öpmelerden, koklamalardan,
Bir diyen dervişe göre de sevişmekmiş marifet olan.Yürek istermiş. Zahmet istermiş.

Bir çölün girdabında kayboldum ben, sessiz bir bedevi sırtımda çantamla seyyah taciri,
Gırtlağıma iki dirhem kum koydum, aktı gözümden yaş katık ettim.. Leyla'da yok halbuki.
Bir ecnebinin sevdasıymış çölleri ıslak eden, bir elbisenin yırtmacıymış mecnunu ıslak eden.
Benim demem o ki sevmeler kolay, sevişmeler kolay.. Hele bir ayrılığı tadın ilk elden.

Ben dağlarda dondum evvela çırılçıplak,
Şehirlerde yandım ben üstüm başım,
Bir dudak hayalinde...
Bir tenin hasretiyle elleştim ben çiçeklerle, ben bir çiçekle benleştim.
Dağların okyanusunda, bir çöllerin su kanalında..
Bir sen aradım sol yamacımda.. Bir ben Yok. Bir şiir yok. Hepsi Bok.


Okumakta Fayda Olanlar    Bunları da Okumak İstersiniz.   En Değerli Hecelerimdendir

6 Ağustos 2012 Pazartesi

Yazmak Üzerine Yazmak..

Kim için, ne için yazıyorum.
Kim üzerine alınıyor yazdıklarımı, kim istemem yan cebime koy dercesine tekrar tekrar okuyor ve dahası kim küfürlerle kirletiyor benim harflerimi. Kimin umurunda. Kaç kişi hak ediyor bir şiirin ruhunu ve kaç kişi girmeyi becerebilir bir öykünün kalbine. Hani amatörüz ya, hani yeni yetme ve hatta hani kiminize göre özenti kalemleriz.  Aman efendim "bi siktiriniz" gidiniz. Hem vallahi hem tallahi size yazmıyorum ben. Ben bazen 5 yıl önceme bir şiir fırlattım. Bazen kasıklarımın kirine sövdüm usulca.
 Ama azizim size değil. Alınmayınız lütfen.

Geçtiğimiz günlerde bir kadın ile duygusal bir münasebetim oldu. Efendim naçizane şiirden konuştuk şiirler okuduk.. Sonra dedi ki bana ne zaman yazacaksın. Gülümsedim. Sonra bir kaç gün geçti, dedi ki bir deli hiddetle "kime yazdın bunu çabuk söyle kim o kadın".
Haydaa gel birde buradan yak azizim. Tabi şöyle bir şey var her cinayet romanı yazan katil, her polisiye yazanda dedektif, hele aşkı hiç sormayın hepsi öldü öldü yazdı. Hay zihniyetinize tükenmez kalem...

Velhasıl muzdaribim efendim. Kime neden yazdığımı sorguladığım zamanlar oldu. Vaz mı geçsem bu sevdadan dediğim anlar oldu. Yazmak üzerine yazdırdınız bre deyyuslar. Az akıl az mantık. Ya saygı duyun okuyun, ya da gölge etmeyin. Pipi de yazarım çükde. Aşk da yazarım ölümde. Kime ne !


5 Ağustos 2012 Pazar

Dibe Bakış

    Sonra yine anlamayacağım ve “e—efe--ef—efendim ?” diye kekeleyerek yinelemeni isteyeceğim. Ne kadar baş döndürücüdür bitişlerin ihtişamı, bu; yüce kralların korkularından yahut kibirlerinden ötürü yüksek tepelerde, Anka’nın bile ulaşmasına müsaade edilmeyen büsbüyük şatoların yıkılışı kadar harikulade bitiş.

—BİTTİ…

     Sebep neydi, yok muydu bunu açıklamaya gücü yetecek cümleler, amaç neydi? Bunun için çaba harcandı mı yahut nelerin birikimiydi, bilmiyorum. Bitiyor…

     Telefon elimde öylece kalakalmıştım, ne hıçkırabiliyor ne küfredebiliyor ne de pekâlâ diyip telefonu kapatamıyordum. Odaklanmış bakıyordum. Kapı çalmalıydı, şimşek çakmalı veya deprem olmalıydı. Evrenin hangi zaman diliminde dahi olduğumu anımsamıyor sadece öylece bakıyordum. Ve bu usulca Dibe Batış… Yahut bakış...

—Alo? Orda mısın? Telaşlanıyorum bir şey söyler misin?

     Tabi ki bu gerçek değildi, korku ile karışık endişe idi, lakin benim için değildi, o dakikaların bir an evvel geçmesi için duyulan kaygı ve stresin ta kendisiydi. Ne diyecektim? Ve daha da mühim olan ne demeliydim?

     Boğazımı temizler gibi yaptım, bunun amacı gerçekten konuşabilecek miydim, ses çıkarabilecek miydim bunu görmek. Öylesine aciz hissetmiştim ki.

—Buradayım. Ne söylememi bekliyorsun? Öyle sanıyorum ki çok iyi bir kalbim var, iyi bir gelecek beni bekliyor ve biz birimiz için doğru seçenekler değiliz.  Yani sen yahut ben daha iyilerine layığız öyle değil mi?

— Bunları da nereden çıkarıyorsun. Her ilişki sonsuza dek sürecek diye bir kaide yoktur, üstelik bu kararı şimdi vermedim, haftalardır ve belki aylardır aklımda olan bir düşünceydi ve sadece emin olmak istedim. Eminim.

     İçimden tek geçen sorular sormak ve her soruma karşılık nokta cevaplar almaktı. Kendimi bir hâkim gibi hissetmişim, karşımda bir suçlu, ortada bir ceset ve cevap verilmesi gereken sorular. Eğer biri ölmüşse bunu biri yapmıştır ve biri bunu bir amaç için yapmıştır ve bir şey ile yapmıştır ve o şeyi bir yerden temin etmiştir. İşte görüldüğü gibi eğer bir hâkimseniz doğru soruları biliyorsunuz ve her sorunun bir cevabı olduğundan eminsiniz.  Soru sormalıydım. Tekrar konuşmak, konuşabilmek için tıkanan boğazımı temizledim.

— Peki. … Hoşça kal…

— Umarım hayatın boyun… Alo? Alo orda mısın? Aşağılık köpek! Geber.


     Yatağımı istedim. Uzandım. Bu kez eski hataları yapmayacak ve kontrolü kaybetmeyecektim. Evet her şey mükemmel gidiyordu ve bitti, henüz 30 yaşımda bile değilim üstelik, hadi ama kendine gel..

     Ve bu yastık öylesine güzel kokuyor ki... Tanrım bu koku bana ait değil, bu… Hayır, elbette bu herhangi bir koku. Kalk!

     Şarap içmem iyi gelecektir belki. Kırmızı…

     Dolaptan bir şişe beyaz şarap alıp geldim, yatağımın altındaki kadehlerimi çıkardım, yine yarım bırakmıştı kadehini. Oysa ona her zaman son yudumu içmesi gerektiğini söylemiştim. Diktim kafama. Yeniden doldurdum ikimize de uzattım. Almadı…

     Günlerdir yaşıyordum ayrılığın kasvetini. Ne yapmam veya ne düşünmem gerektiği hakkında en ufak bir fikrim yoktu. Ormana gidip ıssızlığı yaşamak istedim veya şehrin göbeğinde çıplak ayak koşmak. Tarih! Evet, tarihe ve saate bakmalıydım, kaç gün ve kaç saattir ayrıydım ondan bunu bilmeli ve direncimi kendime kanıtlamalıydım, bunca zaman geçti ve tek bir damla gözyaşı dökmedim. Telefonumu elime aldım, arama menüsüne girecektim ki fark ettim zaten oradaymış ve şaşırdım telefonum günlerdir nasıl odlu da kapanmadı yahut neden ondan sonra kimse aramadı… Arama kaydının iç seçeneklerine girdim ve arama zamanına bakmak için açtım. Tarih: 26.06.2059 Saat: 23.37. 09.Bunu not etmeliydim, hemen ezberledim, takvime baktım Tarih: 26.06.2059 Saat: 23.42.00…

     Kapı çaldı, hemen arkasından sinirli bir şimşek çaktı, sonrasında uzmanların her zaman uyardıkları o büyük deprem oldu. Artık biliyordum evrenin hangi zaman dilimi içerisinde olduğumu; KAYBOLUŞ BAŞLANGICI. Kapıyı çalanı biliyordum, besbelli siluetler… Ve şimşek babamın emektar 6 patlarından çakmıştı Ve deprem…

     Hoşça kal.

4 Ağustos 2012 Cumartesi

Benim Bebem

Bir oğul verdim toprağa, gül kokulu teninden düşürüp
Damarlarında az sen, saç telinde, göz bebeğinde, uyluk kemiğinde hep sen...

 Bir oğul peydahmıdır ki  benden öte ? Benden sebep, benden gayrı, benden ayrı...
Ruh ile ruh sevişir de döllenir mi bir oğul, teni perişan.. Yarasıyla beresi.

Benim bebemin kıçında şarap lekesi, Kasıktan boşalmış bir kadeh ve kesik çığlık sesi.
Yatağımın kokusu nefesinde benim bebemin, anası yol almış derinden siren sesi.
Benim bebemin ciğerinde duman lekesi, zıvanası kirlenmiş, cigarası azalmışta ruhu yanmış.
Bir sokak ötede bebemin anası, şarabın tadında saklı elinin ayası, gözünün karası..

İlgi Noktası

Güneşin doğuşu ya da batışı ile ilgili değil bu,
Bu tanrıların var olduğu günden bu yana,
Yani kadınların dünyanın tek hakimi olduğu zamandan beri
Benim onları seviyor olmamla ilgili.

En büyük yalnızlıklarda ve uçsuz bucaksız birlikteliklerde
En masum sevaplar ve en mahrem günahlarda,
Tarlalarda ekinlerde... Atmosferde atomlarda,
Dilimde kalan son meme tadında ve tenimdeki ter damlalarında
Her anımda ve sarhoşluğumda, kaybolmamada ve varoluşlarımda...
Yegane güç sahibi kadınlar...

Bu güneşin doğuşu ya da batışı ile ilgili değil,
Bu o güneşleri doğuran saatlerin sancısı, batıran saatlerin şehveti...
Bir kadının alışveriş sepeti, bir diğerinin pembe jartiyeri...
Bu benimle ilgili, İnançlarım ve şuursuz inanışlarım.
Bir satırın orospuluğu ve bir kafiyenin kevaşe yakarışları.
Bir öykünün ıslaklığı ve bir şiirin pezevenkliği ile ilgili.

Arsız adamlar ve yüce kadınları buluşturan kerhaneden bozma bir roman.
Ben güneşin batışındayım, ben güneşin doğuşunda,
Türlü katliam planlarıyla ben bir kadının memesindeyim.
Şimdi... Tapın.

2 Ağustos 2012 Perşembe

92. Cadde


            Caddenin soğuk kalabalığında göze çarpan bir telaş vardı, pembe ayakkabılı kız için her şey olağan başlamış ancak ne zaman 92. caddeye girdi ise o zaman değişim başlamıştı. Kaldırımın neredeyse tam orta yerinden yürüyor ve çocukluğundan kalma alışkanlığı ile çizgiler üzerinde zig-zag çizerek seri adımlar atıyordu. Hava serin ve hissedilecek kadar esintiliydi. Gökyüzü bir Ağustos gününe yakışmayacak kadar karamsar bakışlarla izliyordu caddenin kalabalığını. Nereye gidiyor bunca insan? Kahverengi ceketli adam neden söylenip duruyor, beyaz etekli kadın yürürken neden bu kadar çok kişiye çarpıyor, şu delikanlı kaldırım üzerinde bisiklet sürmemesi gerektiğini bilmiyor mu acaba ve dünya neden bu kadar kirli? Yerlerde sigara izmaritleri, içecek kutuları, tükürük ve balgam izleri, sağa sola saçılmış insan gölgeleri. Neden bu denli karmaşıktı dünya? Telefon kulübesinin önünden geçerken bir ailenin daha parçalandığını rahatça anlayabileceği sözler işitti pembe ayakkabılı kız. Ancak etkilenmedi, zaten bir parçalanmışlığın zerresinden başka bir şey değildi. Duraksamadı. O yürüyor 92. Cadde uzuyor. Giderek daha da kirleniyordu. Esinti yerini rüzgâra bırakıyor,  gölgeler azalıyor ve Ağustos tüm gücüyle can sıkıyordu. 92. Cadde kokuyor, korkutuyordu.

            Ensesinde hisseti. O korkunç nefes yıllar sonra yeniden ensesindeydi, korkmadı, adımlarını hızlandırmak yerine kendince en doğru olanı yaptı. Yavaşladı, artık zig-zaglar yapmıyor düz adımlarla çizgiyi çiğniyordu. Omuzları daha dik, göğsü daha yukarıda ve karın kasları çekilmiş durumda. Dudaklarını birbirine kenetlemiş ve henüz birkaç saat önce sürdüğü, reklamların söylediğine göre tüm gün kalıcılığını yitirmemesi gereken rujunu test edercesine bastırıyordu. Burnundan aldığı nefesler ona yetmiyor ancak yinede buna devam ediyordu. Pürüzsüz cildini bir gerginlik almış ve gözleri daha büyük bebeklere sahip olmuştu. Nefes ensedeydi, 92. Cadde ıssız bir kalabalığın tecavüzünde derinlerden inliyordu. Avuçları terlemiş ve bacakları yoğun kasılıp gevşemelerden ötürü artık yorulmuş ve titremeye başlamıştı. Bu ona göreydi ancak hormon salgı düzeylerine bakıldığında içten içe bir korkuydu bu titreme ve terlemelerin sebebi. Nefes yıllar sonra ordaydı. Ensesinde. 92. cadde bunu duymuyor, aldırış etmiyor ve hissetmiyordu. Nefes pembe ayakkabılı kız için yeniden gelmişti.

***

            Bar 92. caddenin orta yerinde sayılabilirdi. Caddenin en eski binalarından biri olan Mss Gloria binasının cadde katında ve 4 masa sığdırılacak bir minik bahçeye sahipti. Bahçe kısmını mütemadiyen emeklilik hayatının tamamını hiçbir iş yapmadan, günün gazete ve dergileri ile vakit geçirecek olan,  akşamları en büyük keyifleri televizyonda rugby ve kriket müsabakalari izlemek olan ve bir barın iç mekân kasvetini kaldıramayacak olan ihtiyarlar tarafından tercih edilirdi. Kahve, dergi ve 92. Cadde onlar için yeterli bir rekratif hayat. Bar’ın çıngıraklı kapısını aralamak pembe ayakkabılı kız için biraz efor harcamasını gerektiriyordu. Oldukça eski olan bu kapı bara da isim babalığı yapmıştı zaten “92. Street’s Old Door”.  İçeri girdiğinde çıkan çıngırak sesleri bir anlıkta olsa dikkatleri üzerine toplamasını sağlamıştı. Birkaç buğulu göz önce onu baştan aşağı süzmüş, sonrasında hayal bile kurmalarına fırsat vermeyen bira bardaklarına geri dönmüştü. Orta mekân diye adlandırılan ve uzun süre kalmayıp, birkaç yudum içip kalkacak olanların tercih ettiği kısım çok kalabalık değildi. Henüz Temmuz ayı olduğundan bunaltıcı sıcaklar şehre gelmemişti ve bu bardaki tenhalığı açıklayabiliyordu… Barın derinmeklerine doğru adım attıkça içerisi daha da dumanlı ve ağır nefes kokulu bir hal alıyor, ışık giderek zayıflıyor ve masalardaki yüzler sertleşiyor, umutsuzlaşıyor ve gözler kapakları ardına saklanıyordu. Pembe ayakkabılı kızı mutlu eden tek şey onu karşılayan müzik olmuştu;
Elvis Presley ona bir şeyler anlatıyor ve istemsiz de olsa yüzünde minik bir tebessüm yaratıyordu;
Pretty woman, walkin’ down the street
Pretty woman the kind I like to meet
Pretty woman I don’t believe you, you’re not the truth
No one could look as good as you, mercy…

            Dip köşeye gelmişti, masasına oturmadan önce çantasından çıkardığı bir mendil ile oturacağı yeri ve masanın üzerini sildi. Ciğerlerine dolan ağır ve az oksijenli hava tuvaletin yakınlarda olduğunu ifade ediyordu. Aldırış etmedi. Garsondan bir Tequila shot istedi. Çantasından sigarasını çıkardı, bir tek sigarayı alıp dudaklarının arasına yerleştirdi, elini tekrar çantasına daldırdı ve kibritini aramaya koyuldu. Çantadaki gereksiz kalabalık kibriti bulmasını engelliyordu. Parmaklarını çantanın her zerresine ulaştırmaya çalışmıştı, ümidini kesti. Birden bire gözünün önünde şimşek gibi parlayan alev topunu fak etti. Bakımlı tırnakları olan, beyaz gömlek kolunu harikulade güzel kol düğmeleri ile tutturmuş bir çift narin bilek değeri oldukça yüksek olan “zippo” marka çakmağı sigarasına birkaç santim mesafede tutuyordu. Tereddüt etmeden sigarasını yaktı. Alabildiğince derin bir nefes aldı ve ciğerlerinde sidik kokusundan çok daha mükemmel bir etki yaratan dumanı bir süre içinde tuttu. Bir keskin “clic” sesi ile çakmak alevini kaybetti. Pembe ayakkabılı kız başını kaldırdı ve bu nazik beyefendiye teşekkür etmek üzere gözlerine baktı. Gözlerine baktı.. Gözlerine baktı… Bir öksürük takıldı boğazına ve ciğerlerindeki tüm duman bir anda genzini yakarak dışarı çıktı.
-          T.. Te. T teşekkür ederim. Dedi- diyebildi.
-          Rica ederim. Dedi adam bir opera baretonunu anımsatan ses tonu ile.
Pembe ayakkabılı kız kalktı, çantasını ve sigarasını aldı. Masaya bir tequila ücretinden daha fazlasını bıraktı ve barı terk etti. İhtiyar kapıyı açmak Hiç bu kadar kolay olmamıştı. 92. Cadde karşıladı pembe ayakkabılı kızı. Tüm kalabalığı ile birlikte…

                                                                       ***

            Aradan geçen birkaç hafta hep nefesi düşündü, nefesi hissetti. Yıllar önce, daha lisedeyken yaşamıştı, ilk o zaman tanışmıştı bu tarifi imkânsız nefes ile. Şimdi buradaydı, 92. Cadde’de ve tam ensesindeydi. Bir asker gibi cesur karşıladı bu kez. Artık liseli bir kız değil aksine hayatta çok daha fazlası idi.  92. Cadde yarılanmış ve Mss Gloria’nın Cadde katındaki ihtiyar kapının önüne gelmişti pembe ayakkabılı kız. İşler artık daha zordu. Birkaç hafta öncesinden farksızdı her şey. Dış masalardaki emekliler ve çıngıraklı ihtiyar kapı. Duraksadı ve nefesi saç diplerinde hissetti. İteklemeye çalışıyordu sanki pembe ayakkabılı kızı. Kapıya uzandı Kolu kavrayıp açacaktı ki ödediği hesap yüzünden sinirlenen bir ayyaşın salyalı naraları açtı ondan önce. İşine gelmişti, içeri girdi. Kalabalık Ağustos ayının sıcağı ile özdeşleştirilebilecek boyuttaydı. Kimse bakmadı pembe ayakkabılı kıza. Yürüdü. Müzik duymadı, aceleciler orta alanda yudumlanıyordu. Müzik duymadı…  Bir sigara çıkardı, öylece ayakta duruyordu. Sigarasını dudakları arasına yerleştirdi. “click” sesi ile parladı çakmağın alevi, sigarasını yaktı, derin bir nefes aldı. Nefes artık ensesinden kavramış ve canını acıtıyordu. Beyaz kollu, narin bilekli ve harikulade kol düğmelerini büsbütün kavradı. Çakmak yere düştü. Sigara yere düştü. Alabildiği en derin nefesle birlikte Garsonun gözlerine baktı, nefes yüzüne yaklaştırdı pembe ayakkabılı kızı. Teşekkür etmedi bu kez. Tereddüt de etmedi. Ensesindeki bu n efesi paylaşmalı ya da teslim olmalıydı. Adamın dudaklarında buldu kendini….
 Nefes kayboldu… Beyaz gömlekli delikanlı şaşkınlığından tepki vermedi ilk önce. Sonra var gücüyle içine çekti nefesi.. Dakikalar sürdü. NEFES NEFESE DAKİKALAR…

1 Ağustos 2012 Çarşamba

"Karaca Kararınca": Tut Ki..

"Karaca Kararınca": Tut Ki..: Tut ki ihtiyacın, tut ki zaruriyetinim ! Dilinde tüy bitiren kelamın , saçına ak düşüren derdin olayım. Gözünü karartan baş dönmelerin, m...

"Karaca Kararınca": Babanın Katili Kadar

"Karaca Kararınca": Babanın Katili Kadar: Uçsuz bucaksız bir tende kayboldum bu gece Sırılsıklam iki beden çarpıştı durdu, Bir kadın çığlık çığlığa, bir erkek agresif. Kasık ağrıl...