Blog İçi Arama

Grilikten Koşar Adım Maviye...

Dünya.. apartmanlar..inşaatlar..asfaltlar.. egzoz dumanları.. arabalar vesaire... Ne kadar da bunaltıcı öyle değil mi?

O zaman buyurun "Yaratalım Kendi Dünyamızı.." Kuralsız.. Masmavi...

Ve Şimdi Hoş Geldiniz
KARACA DÜNYASINA

2 Ağustos 2012 Perşembe

92. Cadde


            Caddenin soğuk kalabalığında göze çarpan bir telaş vardı, pembe ayakkabılı kız için her şey olağan başlamış ancak ne zaman 92. caddeye girdi ise o zaman değişim başlamıştı. Kaldırımın neredeyse tam orta yerinden yürüyor ve çocukluğundan kalma alışkanlığı ile çizgiler üzerinde zig-zag çizerek seri adımlar atıyordu. Hava serin ve hissedilecek kadar esintiliydi. Gökyüzü bir Ağustos gününe yakışmayacak kadar karamsar bakışlarla izliyordu caddenin kalabalığını. Nereye gidiyor bunca insan? Kahverengi ceketli adam neden söylenip duruyor, beyaz etekli kadın yürürken neden bu kadar çok kişiye çarpıyor, şu delikanlı kaldırım üzerinde bisiklet sürmemesi gerektiğini bilmiyor mu acaba ve dünya neden bu kadar kirli? Yerlerde sigara izmaritleri, içecek kutuları, tükürük ve balgam izleri, sağa sola saçılmış insan gölgeleri. Neden bu denli karmaşıktı dünya? Telefon kulübesinin önünden geçerken bir ailenin daha parçalandığını rahatça anlayabileceği sözler işitti pembe ayakkabılı kız. Ancak etkilenmedi, zaten bir parçalanmışlığın zerresinden başka bir şey değildi. Duraksamadı. O yürüyor 92. Cadde uzuyor. Giderek daha da kirleniyordu. Esinti yerini rüzgâra bırakıyor,  gölgeler azalıyor ve Ağustos tüm gücüyle can sıkıyordu. 92. Cadde kokuyor, korkutuyordu.

            Ensesinde hisseti. O korkunç nefes yıllar sonra yeniden ensesindeydi, korkmadı, adımlarını hızlandırmak yerine kendince en doğru olanı yaptı. Yavaşladı, artık zig-zaglar yapmıyor düz adımlarla çizgiyi çiğniyordu. Omuzları daha dik, göğsü daha yukarıda ve karın kasları çekilmiş durumda. Dudaklarını birbirine kenetlemiş ve henüz birkaç saat önce sürdüğü, reklamların söylediğine göre tüm gün kalıcılığını yitirmemesi gereken rujunu test edercesine bastırıyordu. Burnundan aldığı nefesler ona yetmiyor ancak yinede buna devam ediyordu. Pürüzsüz cildini bir gerginlik almış ve gözleri daha büyük bebeklere sahip olmuştu. Nefes ensedeydi, 92. Cadde ıssız bir kalabalığın tecavüzünde derinlerden inliyordu. Avuçları terlemiş ve bacakları yoğun kasılıp gevşemelerden ötürü artık yorulmuş ve titremeye başlamıştı. Bu ona göreydi ancak hormon salgı düzeylerine bakıldığında içten içe bir korkuydu bu titreme ve terlemelerin sebebi. Nefes yıllar sonra ordaydı. Ensesinde. 92. cadde bunu duymuyor, aldırış etmiyor ve hissetmiyordu. Nefes pembe ayakkabılı kız için yeniden gelmişti.

***

            Bar 92. caddenin orta yerinde sayılabilirdi. Caddenin en eski binalarından biri olan Mss Gloria binasının cadde katında ve 4 masa sığdırılacak bir minik bahçeye sahipti. Bahçe kısmını mütemadiyen emeklilik hayatının tamamını hiçbir iş yapmadan, günün gazete ve dergileri ile vakit geçirecek olan,  akşamları en büyük keyifleri televizyonda rugby ve kriket müsabakalari izlemek olan ve bir barın iç mekân kasvetini kaldıramayacak olan ihtiyarlar tarafından tercih edilirdi. Kahve, dergi ve 92. Cadde onlar için yeterli bir rekratif hayat. Bar’ın çıngıraklı kapısını aralamak pembe ayakkabılı kız için biraz efor harcamasını gerektiriyordu. Oldukça eski olan bu kapı bara da isim babalığı yapmıştı zaten “92. Street’s Old Door”.  İçeri girdiğinde çıkan çıngırak sesleri bir anlıkta olsa dikkatleri üzerine toplamasını sağlamıştı. Birkaç buğulu göz önce onu baştan aşağı süzmüş, sonrasında hayal bile kurmalarına fırsat vermeyen bira bardaklarına geri dönmüştü. Orta mekân diye adlandırılan ve uzun süre kalmayıp, birkaç yudum içip kalkacak olanların tercih ettiği kısım çok kalabalık değildi. Henüz Temmuz ayı olduğundan bunaltıcı sıcaklar şehre gelmemişti ve bu bardaki tenhalığı açıklayabiliyordu… Barın derinmeklerine doğru adım attıkça içerisi daha da dumanlı ve ağır nefes kokulu bir hal alıyor, ışık giderek zayıflıyor ve masalardaki yüzler sertleşiyor, umutsuzlaşıyor ve gözler kapakları ardına saklanıyordu. Pembe ayakkabılı kızı mutlu eden tek şey onu karşılayan müzik olmuştu;
Elvis Presley ona bir şeyler anlatıyor ve istemsiz de olsa yüzünde minik bir tebessüm yaratıyordu;
Pretty woman, walkin’ down the street
Pretty woman the kind I like to meet
Pretty woman I don’t believe you, you’re not the truth
No one could look as good as you, mercy…

            Dip köşeye gelmişti, masasına oturmadan önce çantasından çıkardığı bir mendil ile oturacağı yeri ve masanın üzerini sildi. Ciğerlerine dolan ağır ve az oksijenli hava tuvaletin yakınlarda olduğunu ifade ediyordu. Aldırış etmedi. Garsondan bir Tequila shot istedi. Çantasından sigarasını çıkardı, bir tek sigarayı alıp dudaklarının arasına yerleştirdi, elini tekrar çantasına daldırdı ve kibritini aramaya koyuldu. Çantadaki gereksiz kalabalık kibriti bulmasını engelliyordu. Parmaklarını çantanın her zerresine ulaştırmaya çalışmıştı, ümidini kesti. Birden bire gözünün önünde şimşek gibi parlayan alev topunu fak etti. Bakımlı tırnakları olan, beyaz gömlek kolunu harikulade güzel kol düğmeleri ile tutturmuş bir çift narin bilek değeri oldukça yüksek olan “zippo” marka çakmağı sigarasına birkaç santim mesafede tutuyordu. Tereddüt etmeden sigarasını yaktı. Alabildiğince derin bir nefes aldı ve ciğerlerinde sidik kokusundan çok daha mükemmel bir etki yaratan dumanı bir süre içinde tuttu. Bir keskin “clic” sesi ile çakmak alevini kaybetti. Pembe ayakkabılı kız başını kaldırdı ve bu nazik beyefendiye teşekkür etmek üzere gözlerine baktı. Gözlerine baktı.. Gözlerine baktı… Bir öksürük takıldı boğazına ve ciğerlerindeki tüm duman bir anda genzini yakarak dışarı çıktı.
-          T.. Te. T teşekkür ederim. Dedi- diyebildi.
-          Rica ederim. Dedi adam bir opera baretonunu anımsatan ses tonu ile.
Pembe ayakkabılı kız kalktı, çantasını ve sigarasını aldı. Masaya bir tequila ücretinden daha fazlasını bıraktı ve barı terk etti. İhtiyar kapıyı açmak Hiç bu kadar kolay olmamıştı. 92. Cadde karşıladı pembe ayakkabılı kızı. Tüm kalabalığı ile birlikte…

                                                                       ***

            Aradan geçen birkaç hafta hep nefesi düşündü, nefesi hissetti. Yıllar önce, daha lisedeyken yaşamıştı, ilk o zaman tanışmıştı bu tarifi imkânsız nefes ile. Şimdi buradaydı, 92. Cadde’de ve tam ensesindeydi. Bir asker gibi cesur karşıladı bu kez. Artık liseli bir kız değil aksine hayatta çok daha fazlası idi.  92. Cadde yarılanmış ve Mss Gloria’nın Cadde katındaki ihtiyar kapının önüne gelmişti pembe ayakkabılı kız. İşler artık daha zordu. Birkaç hafta öncesinden farksızdı her şey. Dış masalardaki emekliler ve çıngıraklı ihtiyar kapı. Duraksadı ve nefesi saç diplerinde hissetti. İteklemeye çalışıyordu sanki pembe ayakkabılı kızı. Kapıya uzandı Kolu kavrayıp açacaktı ki ödediği hesap yüzünden sinirlenen bir ayyaşın salyalı naraları açtı ondan önce. İşine gelmişti, içeri girdi. Kalabalık Ağustos ayının sıcağı ile özdeşleştirilebilecek boyuttaydı. Kimse bakmadı pembe ayakkabılı kıza. Yürüdü. Müzik duymadı, aceleciler orta alanda yudumlanıyordu. Müzik duymadı…  Bir sigara çıkardı, öylece ayakta duruyordu. Sigarasını dudakları arasına yerleştirdi. “click” sesi ile parladı çakmağın alevi, sigarasını yaktı, derin bir nefes aldı. Nefes artık ensesinden kavramış ve canını acıtıyordu. Beyaz kollu, narin bilekli ve harikulade kol düğmelerini büsbütün kavradı. Çakmak yere düştü. Sigara yere düştü. Alabildiği en derin nefesle birlikte Garsonun gözlerine baktı, nefes yüzüne yaklaştırdı pembe ayakkabılı kızı. Teşekkür etmedi bu kez. Tereddüt de etmedi. Ensesindeki bu n efesi paylaşmalı ya da teslim olmalıydı. Adamın dudaklarında buldu kendini….
 Nefes kayboldu… Beyaz gömlekli delikanlı şaşkınlığından tepki vermedi ilk önce. Sonra var gücüyle içine çekti nefesi.. Dakikalar sürdü. NEFES NEFESE DAKİKALAR…

3 yorum:

  1. akıcı , çekici devamını merak ettim :)

    YanıtlaSil
  2. Bir erkeğin, kadın kahramanı hiç diyalogsuz yazması bile bence başlı başına takdirlik =)

    YanıtlaSil