Blog İçi Arama

Grilikten Koşar Adım Maviye...

Dünya.. apartmanlar..inşaatlar..asfaltlar.. egzoz dumanları.. arabalar vesaire... Ne kadar da bunaltıcı öyle değil mi?

O zaman buyurun "Yaratalım Kendi Dünyamızı.." Kuralsız.. Masmavi...

Ve Şimdi Hoş Geldiniz
KARACA DÜNYASINA

27 Aralık 2012 Perşembe

"ELEKTROMANTİK AŞK"


Kameraya baktı, sevdi, tatlı... Taptı.
Ve bazı sakallar daha koyu görünür kamerada.
Bazı sarı saçlar daha sarı ve dudaklar büyük. Memeler az.
Kameraya bakmak için açılar var ! Hesaplı.

Tuşlarla dokunuştular birbirleri ile... "klsjdkjbvş"
Kısa nefeslerin yerini kısa harf kombinasyonları aldı sevişmelerde,
Öpüşmediler hiç. Öpüşmek "mucx" falan oldu, elleşmediler.
Sevişmediler hiç.. Sevmediler sevişmeyi, sevişmeden sevdiremediler tenlerle seviştikleri tenleri.. 
Mesela benleri...

Anlatmaktan başka olmadı orgazm ertesi sigara külleri  yanmadı meme ucunda ya da yatak olmadı hiç,
Sırtı dik sandalyede zordu ama olmadı... Oldu !

Piksellere boğuldu aşk, kamera kalitesi gözde rengin feri...
"8 megapiksel bak bana" , "Daha net behringer kulaklıkla konuş bana söyle duy" ben.
Arka planda devam etti hayat, açılan sekmelerde... Klasörlerde.. Şifreli klasörler... ŞİFRELER !
Sevişmeler.. ayıplı abiler ablalar...

İsmail Abi'nin "Mecnun'una" "Huoop" demek yoktu hiç bi Mecnunda...
Leyla bağırıyorsa büyük harfle, Mecnun titredi, titretti... Değil dağları !
Sevişirken titremediler. Sevişmediler titrerken hiç onlar olmadılar terle ten.

Efendime söyleyim kayın baba hem de kendisi kayın ana. Ulu önder android dede öptürdü ağzından ellerini.
"İlişkisi var" diye edildi yeminler...

Kamerada herkes uyuyunca oldu gerdekler. Maşallah yavru yavru eller.

Kondomsuz tuvalet boşalmalarında "elektromantik" aşklar...

Bilgisayarı kapattı. Kapattı aşk. Kap attı. At !

26 Kasım 2012 Pazartesi

N'oldum Sandım Yalnız 'GEL'

Gel, seninle biraz iş güç olalım...
Çalışıp çalışıp karşılığını alamayalım. Ay başları olalım gelmeyen.
Kredi kartı borçları olalım hiç bitmeyen.

Gel, seninle biraz İsrail olalım biraz Filistin
Öylesi kavgalarda sevişelim ki dünya yerinden oynasın
Dinlerce ihanet, dillerce nefret yağsın yarınlarımıza.

Gel, seninle biraz Afrika olalım..
Aç susuz sıcak gecelerimiz olsun insanlığa inat...
Sevişip sevişip aids yağdıralım spermlerce dünyaya..

Gel, seninle biraz Amerika olalım birleşik...
Öyle bir yumruk vuralım ki masaya ne dünya bizsiz ne biz dünyasız..
Gizli saklı yaralarımızı sarılmalarla tedavi ettirelim zengin sofralarda
Siyah kanlı kelebek saraylarda...

Gel, seninle aç olalım, açık olalım.
Bir yoksulun en zengin umudu bir zenginin aklına gelmeyen ihtiyacı olalım.
Her akşamın şarabı her saç telinin kırmızısı olalım.

Gel seninle biraz Arap olalım...
Bir kısım bir garip bakarken dünyada yabancıymış gibi eteklerimizle kalabalık
Bir kısım çarşaf desin sarsın üstümüze de yansın o yeşil...

Gel, seninle biraz Çin, biraz Japonya ya da ne bileyim gel Asya olalım
Akıl dolusu bir kalabalık olalım en mahrem aşkları kopyalayalım
Aşkları kopyalayalım. Aşkları kopya, aşklar kopya... Neyse dön evine..

Gel, seninle biraz Ankara olalım...
Sabahın erkeninde üst baş ceket gocuk dolanalım çıplak bedene soba,
Bir vakit tepede gri hava, bir soğuk beton birde evli barklı telaş olalım..

Gel seninle bir olup çoğalalım...
Koltuk altımda bile sen kok... Kırmızı bir çarşafta !


25 Kasım 2012 Pazar

Afedersiniz Bayım !

Söylemeden edemeyeceğim !

Hayat benim ve benim hayatım senin sağ elinden daha değerli. Sikme daha fazla !

Vaz Geçtim..

      Sevmekten, sevişmekten, sigara veya içkiden değil elbete. Bu sıralar bana tüm bu kaosu yaşatan herkesten de değil. Ya da yolda yürürken minik taşları tekmelemekten de değil. Her gece yatağa girdiğimde hayal kurmaktan hiç değil ! Sabahları uyandığımda aynadaki kısa konuşmalarıma da devam ediyorum. Eski dostlarımı hatırlamaktan da vaz geçmedim. Küfür edebiliyorum hala...

      Vaz geçmekten vaz geçtim bugün. Tüm yenilgiler tüm hüsranlar ve kaybetmişliklerin inadına! Pazara gidip alışveriş yapmak istiyor canım. Dolmuşta kimseye yer vermemek. Marketten hiç ihtiyacım olmayan bir şeyi sırf fiyatı düşmüş diye satın almak. Trafiğin akış yönüne doğru yürümek. Ve evet kış mevsimi ! Götüm donsun Ankara'nın ayazında. Ben vaz geçtim vaz geçmekten. Sakin bir Bethowen esintisi.

      Tüm aklıma gelenleri yapmaktan vaz geçecektim ki bu aklıma gelenden de vaz geçtim. Şimdi ne bir şair ne bir şehir. Ben MUSTAFA KARACA.

27 Ekim 2012 Cumartesi

Şaraptır Kiri Dudağın

Yudumdur nefse doğan bir deli nefes, kadehten bir kontes yahut şişeden ayyaşça,
Bir ekşi üzüm yahut bilemedim işte ne ise maddenin hamı bu kez...
Kadının bir diğer silüeti bir bardak dedim ya ve yahut bir kadın göbek deliği !
Kirlenmez bilakis ak ile pak akar dişlerimden kamaşıp ahh şu yanık ciğerime ulaşır
Titremez mi için söyle ? Sakallarımdan dökülüp ta kasıklarına !

Benim dudağımdadır şarabın kiri, yutkunsam korkarım bekletsem kusar !
Bir öpüşmelik ıslaktır dudağım ve tam sevişmelik sarhoş ruhum !
Benim kadınımın kasığındadır şarap lekesi...
Dudağımdan bulaşır da tadına karışır !
Sevaptır öpüşmek bir bebe yolundan ki yol ıslaksa...

Alırım şarabın bizzat kendisini karşıma, kâh Ayşe olur kâh Fatma, çoğu sefer bir zilli fahişe !
O sert olsa ne yazar ki ?
Tartışıyorum ulan seninle, değsin ağzın ağzıma !

25 Ekim 2012 Perşembe

Bir İstanbul

Bir İstanbuldur tutturdum, ne korkağım ben, ne de bir salıncak dağ başında tek !
Bir etekli adam misali, değil Mevlevi lakin üşüye üşüye dönüp durdum, çıplak ayak meme tek !
Bir İstanbuldur arkadaş ! Eşi orada sevenin, yâreni orada yâr'ın, sözüm ona gideceği her gece yarın !
Bir gıravatlı kadın misali, bir acemi katil, ulan... Ulan boğaz da orada can da orada...
Cananı sorma bir İstanbul tutturdum ki fıttırdım...





Kırmızı Karanlığın Hafifletilmiş Kumralı... "Ece DORSAY"

      Efendim kendimce okur dinlerim ki bu hayli zaman oldu. Okumaya başladığımda bana öğretilenleri red etmişliğim çoktu. Örnek ile açıklamak gerekirse o "Ali" pezevenginin cinlikleri, yahut "Oya'nın" atladığı ip ve bana verilmesi gereken top hiç bir önem arz etmedi benim için. Ha bu arada fasulyelerim yoktu ve yılan çizmedim. Bu böyle. Bir varoluş içerisine girmişsem eğer buna azıcık benlik katmalıydım nitekim katım. Yazım herkesinkinden çirkindir ve söylediklerim bir çoğu tarafından anlaşılmaz...

      Efendim dedim ya kendimce okur dinlerim bir de yazarım ben kendimce. Usul usul girdi bu melet kanıma benim. Kadın gibi. Saçlarını açtı önce, sonra omuz askısı ve sonrası malum efendim...

      Son okumalarımdan bir müddet öncesine dek gelir "Ece Dorsay" denen hatun kişiyi tanımam. Bir heves, efendime söyleyeyim öylesi büyük bir merak ve hayranlık uyandırdı bende. Hiç anlam veremediğim. "Mor Rüya" bir kere başta kazanmıştı beni.. Biliriz ki her birimizi vardır mor rüyaları... Bu kadın almış yazmış. Çekinmemiş. Okur muyuz ? Okuduk Efendim. Okuyun !

      Bu kadın güler.. Gülümser. Bu kadın alçak gönüllü ve bu kadın öylesi bir kırmızı karanlık ki... Aşkta can bulmuş köz gibi. Selam verir,selam alır. Gün olur gece olur. Döner dolaşır bir garibin bir satırına bir dirhem hece olur. 

      Bazen hocam derim bu hatun kişiye. Okumuş okutmadan evvel. Üstüne bir şeylerde bir şeyler olmuş, bazı kalın kafaların anlayamayacağı şeylerden. Efendime söyleyim öğretmen olmuş. Durmamış yazmış. söylemiş. Hiç durmamış koşmuş... Yorulursa diye geldim ben. 

      Sevgili Ece Dorsay bir çoğuna, yol oldun. Teşekkürüm eteklerine köle bunu bilesin. 

Ve Ece Dorsay... Bilirsin... Ben hep çiçekli günaydın.




2 Eylül 2012 Pazar

UMUT


Uzun olsa gerek umudun yolu, azcık ta zor..
Arkada bırakılan bir bavul içinde hatıralar, içinde dolu kursaklar...
Islak, soğuk ve bir o kadar da ateşten gömlektir
Terkedilişin, kavuşmanın dolu dolu sevişmenin arzusudur umudun yolu...

Vahim bir kazada kaybedilen sol bacaktır eksik kalan,
Çığlıklar içinde mırıldanılmış bir uzak doğu feryadı...
Umudun yolu da bir yolcusu da bir...
Ben bir bakirenin 4 çocuğundan 6.yım sol ayakkabısı delik.

Turuncu bir nehirde yıkanan kırmızı bir kadın cesedi umut.
Bir bayram telaşı benim umudum, terbiyesiz bir sokak selamı...
Şehrin orta yerindeki mağara da duvara cizilmiş bir Mona Lisa kahkahası...
Lavanta kokulu bir mezarda derin soluklarla iç çekmek...

Umut bana uzak...

29 Ağustos 2012 Çarşamba

Yeni Dünya Düşleri


Şimdi tam da kimsesiz olmak zamanı...
Uçsuz bir sesizlikte gırtlak patlatmak,
Piç gibi ağlamak, sızlamak, isyan etmek...
Şimdi tam da inkar etmek zamanı, varlığımdan habersiz varlıkları bile.

Hayat iki lira arasına pürüzsüz sürülmüş elli kuruştur bazen,
Bazen öğle, akşam ve kahvaltının unutulmuş olmasıdır sözüm ona yorgunluktan,
Piç olmak iyidir bazen bir fahişe gibi sikilirken göbekli hayat amcanın kucağında
Cayır cayır donmak zamanıdır şimdi bir ağustos sıcağında...

Ve tombul parmaklı kızın uslanma gecelerinde sabahın 4'üyüm ben yapayalnız,
Kuantum fiziğine dair bir denklem,hic akımı olmayan bir şiir aslında...
Ve hiç şiiri olmayan bir şair, satır satır yazmak zamanıdır şimdi,
Okyanustan bir çarşafta üst üste gece giymek zamanıdır...

Hiç dokunmadım göyüzüne ve bir oksijen komasında soluklandım.
Kırılmışta olsa kanatlarım Yok ! Aslına baksan kendime ait sokaklarım da Yok !
Çıplak ayaklarımda yüksek topuklu terliklerimle dakikada 5 adım koşarak...
Bir asır yol almak zamanıdır, evvelden ebede, ait olmadığım şarap kadehlerinde...

Gittiğin yerdeyim beni bırakıp, aşk-meşk deryası değil bu düştüğüm takılıp...
Ne bir araba egzozu ne de bir bisiklet pedalıyım ben bağırtılıp üstüne basılan...
Bir kavak ağacının yaprağı en tepede, yahut bir karınca erzağı kış başında...
Terk etmek zamanıdır bıraktığın yeri.
Bir sancıda kıvranıp doğurma zamanı yeni dünyalar düşlerini... Düşlerimi...

9 Ağustos 2012 Perşembe

Aşk'a Mürid

Aşk'a müridim ben, cenneti varsa cehennemlik.
Bir ilah tuttum mu kendime, mübarek eylerim gönül dergâhımda,
Bir gam bir keder iki rekat bir peder usulü dolanırdım divane dilimde meşk,
Elimde bir kadeh kırmızı kadın, kasıklarında bir yeniçeri der "Allah"

Aşk'a mürid olmak sanma kolay, bir takım mülakatta bin bir olay
Terk-i Sevdalık gördün mü aldanma, usulünce ağla, salyalarınla zırla
Bir fena buse hoplatır kimi vakit erkekliğimi, zilli eteklerinde şaraplı kadın,
Aşk takıntı değil haşa, tapıntı olmuş dilimde. Bir ayyaş der "Yallah"

Aman yanmak ne hoştur aşkın yataklarında, ibadettir bir nevi müridi isen
Meşk eyler kolum bacağım, parmağım ağlarda bir yüzük ister
Ben Çok tanrılı bir Aşığım bak, Tapmalara doymam bir kadına
Bir tadıma vardım mı şeytan attığım taş kadar kolum yorula. Bir kafir der "Anam"

Bir kadının bir erkeği bir erkeğin bir kadını ve bir bebeğin bir kadın ile bir erkeği istemesi
Bir halının bir odanın bir duvarından bir duvarına varması gibi kavuşmak bir nevi
Kollarımın gücü kalmadığı vakit yüreğimle haykırmak gibi bir ezan tadında bir ağıt
Müridiyim Aşkın varsa cenneti cehenneminde yanası. Bir Aşık Der "Yandım"

Aşk ile vardım yoldan beri bir deli eser cennetin yeli
Feri söndü gözümde sol yanımda bir kadın döşümde eli
Destan idim ağıt oldum, kalem idim kağıt
Aşka mürid olmak ne halmış bak. kalmadı gözüm feri...

8 Ağustos 2012 Çarşamba

Karışık Ruh ile Sulh

Bir okyanusunun al yanağında kayboldum, dudaklarından süzülüp çenesinde.
Gamzelerinde bir balık tutuverdi hep. Bir balık yutuverdi, bir adam salıverdi.
Demelere göre sevmelermiş evvela zor olan öpmelerden, koklamalardan,
Bir diyen dervişe göre de sevişmekmiş marifet olan.Yürek istermiş. Zahmet istermiş.

Bir çölün girdabında kayboldum ben, sessiz bir bedevi sırtımda çantamla seyyah taciri,
Gırtlağıma iki dirhem kum koydum, aktı gözümden yaş katık ettim.. Leyla'da yok halbuki.
Bir ecnebinin sevdasıymış çölleri ıslak eden, bir elbisenin yırtmacıymış mecnunu ıslak eden.
Benim demem o ki sevmeler kolay, sevişmeler kolay.. Hele bir ayrılığı tadın ilk elden.

Ben dağlarda dondum evvela çırılçıplak,
Şehirlerde yandım ben üstüm başım,
Bir dudak hayalinde...
Bir tenin hasretiyle elleştim ben çiçeklerle, ben bir çiçekle benleştim.
Dağların okyanusunda, bir çöllerin su kanalında..
Bir sen aradım sol yamacımda.. Bir ben Yok. Bir şiir yok. Hepsi Bok.


Okumakta Fayda Olanlar    Bunları da Okumak İstersiniz.   En Değerli Hecelerimdendir

6 Ağustos 2012 Pazartesi

Yazmak Üzerine Yazmak..

Kim için, ne için yazıyorum.
Kim üzerine alınıyor yazdıklarımı, kim istemem yan cebime koy dercesine tekrar tekrar okuyor ve dahası kim küfürlerle kirletiyor benim harflerimi. Kimin umurunda. Kaç kişi hak ediyor bir şiirin ruhunu ve kaç kişi girmeyi becerebilir bir öykünün kalbine. Hani amatörüz ya, hani yeni yetme ve hatta hani kiminize göre özenti kalemleriz.  Aman efendim "bi siktiriniz" gidiniz. Hem vallahi hem tallahi size yazmıyorum ben. Ben bazen 5 yıl önceme bir şiir fırlattım. Bazen kasıklarımın kirine sövdüm usulca.
 Ama azizim size değil. Alınmayınız lütfen.

Geçtiğimiz günlerde bir kadın ile duygusal bir münasebetim oldu. Efendim naçizane şiirden konuştuk şiirler okuduk.. Sonra dedi ki bana ne zaman yazacaksın. Gülümsedim. Sonra bir kaç gün geçti, dedi ki bir deli hiddetle "kime yazdın bunu çabuk söyle kim o kadın".
Haydaa gel birde buradan yak azizim. Tabi şöyle bir şey var her cinayet romanı yazan katil, her polisiye yazanda dedektif, hele aşkı hiç sormayın hepsi öldü öldü yazdı. Hay zihniyetinize tükenmez kalem...

Velhasıl muzdaribim efendim. Kime neden yazdığımı sorguladığım zamanlar oldu. Vaz mı geçsem bu sevdadan dediğim anlar oldu. Yazmak üzerine yazdırdınız bre deyyuslar. Az akıl az mantık. Ya saygı duyun okuyun, ya da gölge etmeyin. Pipi de yazarım çükde. Aşk da yazarım ölümde. Kime ne !


5 Ağustos 2012 Pazar

Dibe Bakış

    Sonra yine anlamayacağım ve “e—efe--ef—efendim ?” diye kekeleyerek yinelemeni isteyeceğim. Ne kadar baş döndürücüdür bitişlerin ihtişamı, bu; yüce kralların korkularından yahut kibirlerinden ötürü yüksek tepelerde, Anka’nın bile ulaşmasına müsaade edilmeyen büsbüyük şatoların yıkılışı kadar harikulade bitiş.

—BİTTİ…

     Sebep neydi, yok muydu bunu açıklamaya gücü yetecek cümleler, amaç neydi? Bunun için çaba harcandı mı yahut nelerin birikimiydi, bilmiyorum. Bitiyor…

     Telefon elimde öylece kalakalmıştım, ne hıçkırabiliyor ne küfredebiliyor ne de pekâlâ diyip telefonu kapatamıyordum. Odaklanmış bakıyordum. Kapı çalmalıydı, şimşek çakmalı veya deprem olmalıydı. Evrenin hangi zaman diliminde dahi olduğumu anımsamıyor sadece öylece bakıyordum. Ve bu usulca Dibe Batış… Yahut bakış...

—Alo? Orda mısın? Telaşlanıyorum bir şey söyler misin?

     Tabi ki bu gerçek değildi, korku ile karışık endişe idi, lakin benim için değildi, o dakikaların bir an evvel geçmesi için duyulan kaygı ve stresin ta kendisiydi. Ne diyecektim? Ve daha da mühim olan ne demeliydim?

     Boğazımı temizler gibi yaptım, bunun amacı gerçekten konuşabilecek miydim, ses çıkarabilecek miydim bunu görmek. Öylesine aciz hissetmiştim ki.

—Buradayım. Ne söylememi bekliyorsun? Öyle sanıyorum ki çok iyi bir kalbim var, iyi bir gelecek beni bekliyor ve biz birimiz için doğru seçenekler değiliz.  Yani sen yahut ben daha iyilerine layığız öyle değil mi?

— Bunları da nereden çıkarıyorsun. Her ilişki sonsuza dek sürecek diye bir kaide yoktur, üstelik bu kararı şimdi vermedim, haftalardır ve belki aylardır aklımda olan bir düşünceydi ve sadece emin olmak istedim. Eminim.

     İçimden tek geçen sorular sormak ve her soruma karşılık nokta cevaplar almaktı. Kendimi bir hâkim gibi hissetmişim, karşımda bir suçlu, ortada bir ceset ve cevap verilmesi gereken sorular. Eğer biri ölmüşse bunu biri yapmıştır ve biri bunu bir amaç için yapmıştır ve bir şey ile yapmıştır ve o şeyi bir yerden temin etmiştir. İşte görüldüğü gibi eğer bir hâkimseniz doğru soruları biliyorsunuz ve her sorunun bir cevabı olduğundan eminsiniz.  Soru sormalıydım. Tekrar konuşmak, konuşabilmek için tıkanan boğazımı temizledim.

— Peki. … Hoşça kal…

— Umarım hayatın boyun… Alo? Alo orda mısın? Aşağılık köpek! Geber.


     Yatağımı istedim. Uzandım. Bu kez eski hataları yapmayacak ve kontrolü kaybetmeyecektim. Evet her şey mükemmel gidiyordu ve bitti, henüz 30 yaşımda bile değilim üstelik, hadi ama kendine gel..

     Ve bu yastık öylesine güzel kokuyor ki... Tanrım bu koku bana ait değil, bu… Hayır, elbette bu herhangi bir koku. Kalk!

     Şarap içmem iyi gelecektir belki. Kırmızı…

     Dolaptan bir şişe beyaz şarap alıp geldim, yatağımın altındaki kadehlerimi çıkardım, yine yarım bırakmıştı kadehini. Oysa ona her zaman son yudumu içmesi gerektiğini söylemiştim. Diktim kafama. Yeniden doldurdum ikimize de uzattım. Almadı…

     Günlerdir yaşıyordum ayrılığın kasvetini. Ne yapmam veya ne düşünmem gerektiği hakkında en ufak bir fikrim yoktu. Ormana gidip ıssızlığı yaşamak istedim veya şehrin göbeğinde çıplak ayak koşmak. Tarih! Evet, tarihe ve saate bakmalıydım, kaç gün ve kaç saattir ayrıydım ondan bunu bilmeli ve direncimi kendime kanıtlamalıydım, bunca zaman geçti ve tek bir damla gözyaşı dökmedim. Telefonumu elime aldım, arama menüsüne girecektim ki fark ettim zaten oradaymış ve şaşırdım telefonum günlerdir nasıl odlu da kapanmadı yahut neden ondan sonra kimse aramadı… Arama kaydının iç seçeneklerine girdim ve arama zamanına bakmak için açtım. Tarih: 26.06.2059 Saat: 23.37. 09.Bunu not etmeliydim, hemen ezberledim, takvime baktım Tarih: 26.06.2059 Saat: 23.42.00…

     Kapı çaldı, hemen arkasından sinirli bir şimşek çaktı, sonrasında uzmanların her zaman uyardıkları o büyük deprem oldu. Artık biliyordum evrenin hangi zaman dilimi içerisinde olduğumu; KAYBOLUŞ BAŞLANGICI. Kapıyı çalanı biliyordum, besbelli siluetler… Ve şimşek babamın emektar 6 patlarından çakmıştı Ve deprem…

     Hoşça kal.

4 Ağustos 2012 Cumartesi

Benim Bebem

Bir oğul verdim toprağa, gül kokulu teninden düşürüp
Damarlarında az sen, saç telinde, göz bebeğinde, uyluk kemiğinde hep sen...

 Bir oğul peydahmıdır ki  benden öte ? Benden sebep, benden gayrı, benden ayrı...
Ruh ile ruh sevişir de döllenir mi bir oğul, teni perişan.. Yarasıyla beresi.

Benim bebemin kıçında şarap lekesi, Kasıktan boşalmış bir kadeh ve kesik çığlık sesi.
Yatağımın kokusu nefesinde benim bebemin, anası yol almış derinden siren sesi.
Benim bebemin ciğerinde duman lekesi, zıvanası kirlenmiş, cigarası azalmışta ruhu yanmış.
Bir sokak ötede bebemin anası, şarabın tadında saklı elinin ayası, gözünün karası..

İlgi Noktası

Güneşin doğuşu ya da batışı ile ilgili değil bu,
Bu tanrıların var olduğu günden bu yana,
Yani kadınların dünyanın tek hakimi olduğu zamandan beri
Benim onları seviyor olmamla ilgili.

En büyük yalnızlıklarda ve uçsuz bucaksız birlikteliklerde
En masum sevaplar ve en mahrem günahlarda,
Tarlalarda ekinlerde... Atmosferde atomlarda,
Dilimde kalan son meme tadında ve tenimdeki ter damlalarında
Her anımda ve sarhoşluğumda, kaybolmamada ve varoluşlarımda...
Yegane güç sahibi kadınlar...

Bu güneşin doğuşu ya da batışı ile ilgili değil,
Bu o güneşleri doğuran saatlerin sancısı, batıran saatlerin şehveti...
Bir kadının alışveriş sepeti, bir diğerinin pembe jartiyeri...
Bu benimle ilgili, İnançlarım ve şuursuz inanışlarım.
Bir satırın orospuluğu ve bir kafiyenin kevaşe yakarışları.
Bir öykünün ıslaklığı ve bir şiirin pezevenkliği ile ilgili.

Arsız adamlar ve yüce kadınları buluşturan kerhaneden bozma bir roman.
Ben güneşin batışındayım, ben güneşin doğuşunda,
Türlü katliam planlarıyla ben bir kadının memesindeyim.
Şimdi... Tapın.

2 Ağustos 2012 Perşembe

92. Cadde


            Caddenin soğuk kalabalığında göze çarpan bir telaş vardı, pembe ayakkabılı kız için her şey olağan başlamış ancak ne zaman 92. caddeye girdi ise o zaman değişim başlamıştı. Kaldırımın neredeyse tam orta yerinden yürüyor ve çocukluğundan kalma alışkanlığı ile çizgiler üzerinde zig-zag çizerek seri adımlar atıyordu. Hava serin ve hissedilecek kadar esintiliydi. Gökyüzü bir Ağustos gününe yakışmayacak kadar karamsar bakışlarla izliyordu caddenin kalabalığını. Nereye gidiyor bunca insan? Kahverengi ceketli adam neden söylenip duruyor, beyaz etekli kadın yürürken neden bu kadar çok kişiye çarpıyor, şu delikanlı kaldırım üzerinde bisiklet sürmemesi gerektiğini bilmiyor mu acaba ve dünya neden bu kadar kirli? Yerlerde sigara izmaritleri, içecek kutuları, tükürük ve balgam izleri, sağa sola saçılmış insan gölgeleri. Neden bu denli karmaşıktı dünya? Telefon kulübesinin önünden geçerken bir ailenin daha parçalandığını rahatça anlayabileceği sözler işitti pembe ayakkabılı kız. Ancak etkilenmedi, zaten bir parçalanmışlığın zerresinden başka bir şey değildi. Duraksamadı. O yürüyor 92. Cadde uzuyor. Giderek daha da kirleniyordu. Esinti yerini rüzgâra bırakıyor,  gölgeler azalıyor ve Ağustos tüm gücüyle can sıkıyordu. 92. Cadde kokuyor, korkutuyordu.

            Ensesinde hisseti. O korkunç nefes yıllar sonra yeniden ensesindeydi, korkmadı, adımlarını hızlandırmak yerine kendince en doğru olanı yaptı. Yavaşladı, artık zig-zaglar yapmıyor düz adımlarla çizgiyi çiğniyordu. Omuzları daha dik, göğsü daha yukarıda ve karın kasları çekilmiş durumda. Dudaklarını birbirine kenetlemiş ve henüz birkaç saat önce sürdüğü, reklamların söylediğine göre tüm gün kalıcılığını yitirmemesi gereken rujunu test edercesine bastırıyordu. Burnundan aldığı nefesler ona yetmiyor ancak yinede buna devam ediyordu. Pürüzsüz cildini bir gerginlik almış ve gözleri daha büyük bebeklere sahip olmuştu. Nefes ensedeydi, 92. Cadde ıssız bir kalabalığın tecavüzünde derinlerden inliyordu. Avuçları terlemiş ve bacakları yoğun kasılıp gevşemelerden ötürü artık yorulmuş ve titremeye başlamıştı. Bu ona göreydi ancak hormon salgı düzeylerine bakıldığında içten içe bir korkuydu bu titreme ve terlemelerin sebebi. Nefes yıllar sonra ordaydı. Ensesinde. 92. cadde bunu duymuyor, aldırış etmiyor ve hissetmiyordu. Nefes pembe ayakkabılı kız için yeniden gelmişti.

***

            Bar 92. caddenin orta yerinde sayılabilirdi. Caddenin en eski binalarından biri olan Mss Gloria binasının cadde katında ve 4 masa sığdırılacak bir minik bahçeye sahipti. Bahçe kısmını mütemadiyen emeklilik hayatının tamamını hiçbir iş yapmadan, günün gazete ve dergileri ile vakit geçirecek olan,  akşamları en büyük keyifleri televizyonda rugby ve kriket müsabakalari izlemek olan ve bir barın iç mekân kasvetini kaldıramayacak olan ihtiyarlar tarafından tercih edilirdi. Kahve, dergi ve 92. Cadde onlar için yeterli bir rekratif hayat. Bar’ın çıngıraklı kapısını aralamak pembe ayakkabılı kız için biraz efor harcamasını gerektiriyordu. Oldukça eski olan bu kapı bara da isim babalığı yapmıştı zaten “92. Street’s Old Door”.  İçeri girdiğinde çıkan çıngırak sesleri bir anlıkta olsa dikkatleri üzerine toplamasını sağlamıştı. Birkaç buğulu göz önce onu baştan aşağı süzmüş, sonrasında hayal bile kurmalarına fırsat vermeyen bira bardaklarına geri dönmüştü. Orta mekân diye adlandırılan ve uzun süre kalmayıp, birkaç yudum içip kalkacak olanların tercih ettiği kısım çok kalabalık değildi. Henüz Temmuz ayı olduğundan bunaltıcı sıcaklar şehre gelmemişti ve bu bardaki tenhalığı açıklayabiliyordu… Barın derinmeklerine doğru adım attıkça içerisi daha da dumanlı ve ağır nefes kokulu bir hal alıyor, ışık giderek zayıflıyor ve masalardaki yüzler sertleşiyor, umutsuzlaşıyor ve gözler kapakları ardına saklanıyordu. Pembe ayakkabılı kızı mutlu eden tek şey onu karşılayan müzik olmuştu;
Elvis Presley ona bir şeyler anlatıyor ve istemsiz de olsa yüzünde minik bir tebessüm yaratıyordu;
Pretty woman, walkin’ down the street
Pretty woman the kind I like to meet
Pretty woman I don’t believe you, you’re not the truth
No one could look as good as you, mercy…

            Dip köşeye gelmişti, masasına oturmadan önce çantasından çıkardığı bir mendil ile oturacağı yeri ve masanın üzerini sildi. Ciğerlerine dolan ağır ve az oksijenli hava tuvaletin yakınlarda olduğunu ifade ediyordu. Aldırış etmedi. Garsondan bir Tequila shot istedi. Çantasından sigarasını çıkardı, bir tek sigarayı alıp dudaklarının arasına yerleştirdi, elini tekrar çantasına daldırdı ve kibritini aramaya koyuldu. Çantadaki gereksiz kalabalık kibriti bulmasını engelliyordu. Parmaklarını çantanın her zerresine ulaştırmaya çalışmıştı, ümidini kesti. Birden bire gözünün önünde şimşek gibi parlayan alev topunu fak etti. Bakımlı tırnakları olan, beyaz gömlek kolunu harikulade güzel kol düğmeleri ile tutturmuş bir çift narin bilek değeri oldukça yüksek olan “zippo” marka çakmağı sigarasına birkaç santim mesafede tutuyordu. Tereddüt etmeden sigarasını yaktı. Alabildiğince derin bir nefes aldı ve ciğerlerinde sidik kokusundan çok daha mükemmel bir etki yaratan dumanı bir süre içinde tuttu. Bir keskin “clic” sesi ile çakmak alevini kaybetti. Pembe ayakkabılı kız başını kaldırdı ve bu nazik beyefendiye teşekkür etmek üzere gözlerine baktı. Gözlerine baktı.. Gözlerine baktı… Bir öksürük takıldı boğazına ve ciğerlerindeki tüm duman bir anda genzini yakarak dışarı çıktı.
-          T.. Te. T teşekkür ederim. Dedi- diyebildi.
-          Rica ederim. Dedi adam bir opera baretonunu anımsatan ses tonu ile.
Pembe ayakkabılı kız kalktı, çantasını ve sigarasını aldı. Masaya bir tequila ücretinden daha fazlasını bıraktı ve barı terk etti. İhtiyar kapıyı açmak Hiç bu kadar kolay olmamıştı. 92. Cadde karşıladı pembe ayakkabılı kızı. Tüm kalabalığı ile birlikte…

                                                                       ***

            Aradan geçen birkaç hafta hep nefesi düşündü, nefesi hissetti. Yıllar önce, daha lisedeyken yaşamıştı, ilk o zaman tanışmıştı bu tarifi imkânsız nefes ile. Şimdi buradaydı, 92. Cadde’de ve tam ensesindeydi. Bir asker gibi cesur karşıladı bu kez. Artık liseli bir kız değil aksine hayatta çok daha fazlası idi.  92. Cadde yarılanmış ve Mss Gloria’nın Cadde katındaki ihtiyar kapının önüne gelmişti pembe ayakkabılı kız. İşler artık daha zordu. Birkaç hafta öncesinden farksızdı her şey. Dış masalardaki emekliler ve çıngıraklı ihtiyar kapı. Duraksadı ve nefesi saç diplerinde hissetti. İteklemeye çalışıyordu sanki pembe ayakkabılı kızı. Kapıya uzandı Kolu kavrayıp açacaktı ki ödediği hesap yüzünden sinirlenen bir ayyaşın salyalı naraları açtı ondan önce. İşine gelmişti, içeri girdi. Kalabalık Ağustos ayının sıcağı ile özdeşleştirilebilecek boyuttaydı. Kimse bakmadı pembe ayakkabılı kıza. Yürüdü. Müzik duymadı, aceleciler orta alanda yudumlanıyordu. Müzik duymadı…  Bir sigara çıkardı, öylece ayakta duruyordu. Sigarasını dudakları arasına yerleştirdi. “click” sesi ile parladı çakmağın alevi, sigarasını yaktı, derin bir nefes aldı. Nefes artık ensesinden kavramış ve canını acıtıyordu. Beyaz kollu, narin bilekli ve harikulade kol düğmelerini büsbütün kavradı. Çakmak yere düştü. Sigara yere düştü. Alabildiği en derin nefesle birlikte Garsonun gözlerine baktı, nefes yüzüne yaklaştırdı pembe ayakkabılı kızı. Teşekkür etmedi bu kez. Tereddüt de etmedi. Ensesindeki bu n efesi paylaşmalı ya da teslim olmalıydı. Adamın dudaklarında buldu kendini….
 Nefes kayboldu… Beyaz gömlekli delikanlı şaşkınlığından tepki vermedi ilk önce. Sonra var gücüyle içine çekti nefesi.. Dakikalar sürdü. NEFES NEFESE DAKİKALAR…

1 Ağustos 2012 Çarşamba

"Karaca Kararınca": Tut Ki..

"Karaca Kararınca": Tut Ki..: Tut ki ihtiyacın, tut ki zaruriyetinim ! Dilinde tüy bitiren kelamın , saçına ak düşüren derdin olayım. Gözünü karartan baş dönmelerin, m...

"Karaca Kararınca": Babanın Katili Kadar

"Karaca Kararınca": Babanın Katili Kadar: Uçsuz bucaksız bir tende kayboldum bu gece Sırılsıklam iki beden çarpıştı durdu, Bir kadın çığlık çığlığa, bir erkek agresif. Kasık ağrıl...

31 Temmuz 2012 Salı

Tut Ki..

Tut ki ihtiyacın, tut ki zaruriyetinim !
Dilinde tüy bitiren kelamın , saçına ak düşüren derdin olayım.
Gözünü karartan baş dönmelerin, miğdeni sızlatan sancın olayım
Feryadına eş figan, gülümsemene dost kahkahan olayım Kadınım...

Tut ki yoksulluğun, tut ki mahçubiyetinim !
Sofrana iki lokma katığın olayım, bebelerine mama, ocağına ateş olayım.
Çıplaklığında entarin, ayaz gecende üstüne yorganın olayım,
3 aydan 3 aya maaşın, biletine piyangon olayım Kadınım..

Tut ki kaçan aklın, tut ki viraneliğinim !
Kendini vurduğun yollar olayım...
Yolunda pusulan, gök yüzünde yıldızın olayım yön veren.
Sebepsiz ağlamaların, şizofren kıkırdamaların olayım.
Coşmalarına ilacın, ürküten dinginliğine soytarın olayım Kadınım...

Tut ki yürekte sevdanım, tut ki akılda kalanım !
Şiirlerine şair olayım.. Susup susup yine yazayım.
Cenazene ağt, gidenlerine matem olayım,
Bağrındaki taş, yastığının öte yanındaki baş olayım Kadınım..

Tut ki kadınım ! Tut ki düşmeyeyeim ! Sar ki bu körpecik bedeni üşümeyeyim...
Kadınım... Tut ki adamın olayım Öyle bir dilek tut ki eline avucuna kalanın olayım...
O da olmadı sen mutlu ola dur hele kadınım, ben yıldız gökte, daha ilk gecede kayan olayım...

30 Temmuz 2012 Pazartesi

Yol

Evvela huzur koyalım bir tutam heybemize, bir kaşık umut ve bir ölçek mutluluk
Ak yeleli kır eşşeğimizle dört nala koşalım şehrin toz toprak otobanında,
Bir rapunzel edasıyla parlatsın güneş tepeden kelimizi
Ve zırıl zırıl ağlarken atalım en büyük kahkahamızı...

Ve sevgili bir kadıncağız olsun hemen sol cebimizde,
Küçük memelerinden emelim, sol omzunda rüyalara demlenelim...
Piskopat ruhlu bir melek duacımız, uzayan yol bize ecel olsun,
Her molada gözü yaşlı aşıklar bırakalım ardımızda ve dönüp el sallayalım.

Bir mendil saklayalım döş cebimizde, cennet beyazı ve kan kırmızı kokusu olsun,
Bir küçük ceviz azık olsun miğdemizde, sancılara inat bir şişe de şarap...
Bir yaren bekleye dursun şehrin orta yerinde umuduna biraz sen biraz ben katsın,
Bir yanık türkü dillensin ücra kasabalarda, bir notası sen, bir notası ben.

Yol, başa döner hep durmadan da anlatırım hep susmadan,
Kim, geldi geçti bu köprüden de yol bulamaz daim hicv eden.
Ben dağların efendisi, ben çöllerin bedevisi, ben şehrin efendisi, ben köylerin çobanı...
Bir yanım biraz sen, bir yolum biraz biz.....

Babanın Katili Kadar

Uçsuz bucaksız bir tende kayboldum bu gece
Sırılsıklam iki beden çarpıştı durdu,
Bir kadın çığlık çığlığa, bir erkek agresif.
Kasık ağrıları ve bacak titremesi sağlık ibaresi
Sonsuz... Soluksuz bir uykuda kahroldum bu gece...

Mozart Duysa Sesimi Kıskanırdı Piyano Sevişmelerini.

Bir birahanenin pisuvarına aşık olmak gibi bu gece,
Bu gece günah, bu gece yasak...
Beş bebeli bir anneyim ben, saç sakal pasak.
Donumun rengini unuttum, hele şu altımdaki kadın.
Sen de kim !
 Nedir sırtımdaki ter, nedir bu kasıklarımdaki kin.

Hitler Duysa Şimdi Beni, Kıskanırdı Alev Alev Yanmalarımı...

Beni sev kadın, babanın katili kadar...
Sevişmek değil maharet kadın, bir cesedin faili kadar masumdur erkekliğim,
bir idamın hakimi kadar gaddar şu kadınlığın...
Beni sev kadın, Babanın Katili Kadar...

29 Temmuz 2012 Pazar

Bir Yastıkla Kocadım Ben

Bir yastıkla kocadım ben,
Bir yorgana sarıldım da etimi çarşafa doladım ben,
4 duvarın hürmetine hep sessiz olanım ben.
Yalnızlık dediler adına ya ben başka bildim bu mereti
Satırda durduğu gibi durmaz, çarpar adamı vesselam.
Şiirin pezevengi yalnızlık satsın diye şair
Satırın piç bebesidir yalnızlık
Benim orospumdur yalnızlık bir yastıkta becerdiğim,
Bir yüz görümlük sarhoş salyası yastığımda...
Bir yorgan dedi Boşal Boşal Boşal !
Yalnızlık ağlar, yalnızlık ağlar, utanmaz ağlar.


Bir Yastıkla Kocadım Ben. Bir cigara, Bir şarap
Bir de yok mu ah o mersedes yüzlü yalnızlık.

Haham Dedi Yıkan !

Bir takım sual ile koştum cami yollarında, ardımda kilise çanı, kapıda haham,
Biram çalkalanmış şarap lekesi gömleğimde, bir duble rakı, çarşafta sarılı cigaram,
Toz toprak yollar, ah benim bu ayaklarım postal içi terli çırılçıplak koşar da parkası kirli,
Yeni traş olmuş eli yüzü pak, koca sakallı papaz, kır saçlı imam, dedi yıkan haham.

Paşam dur ! Dedi bir onbaşı rütbesi omzunda yavru ağazı eteği, pembe kravatlı kadın kafalı örümcek,
Cehennem dediler agam, baldan ırmak kadın perişan, imam selada, kilise boş kalmış haham sustu.
Bir gram intihar bir mavi cennet, dedi az dua, çok sela, bin bela, bol sefa ve birde bok yollu hoş sefa,
Harpten çıktım da nağmağlup, anam dedi şehit, üstüm başım kafir, bir dua et haham dedi yıkan.

Bir derya buldum soluksuz yüzdüm de balık içti bir yudum, sele sorma gardaş sırılsıklam yandı ruhum,
Bebeyken daha ben bir kanat kıçımda boklu bezim dedim vallah çıkmaz boktan burnum,
Durdum. Koşar adım durdum, cami çevresi, imam çehresi, padişah kellesi, pehlivan ensesi.
Tertemiz entarisi bir kaftan emsali sırtında yelesi at kafalı kirlisi nallası çamurlu, haham dedi yıkan.

Bir maşrapa suyu kaptımi ekmek arası bir dudak tatlım,
Başım aşşağı saldım suyuda imamın vaftizi, papazın selasi,
Bir kara smokin takunya altı taklavat, değmen hele keyfim pek rahat,
Aklandım gayrı sandım da koştum mektip kapı duvar, Haham Dedi Yıkan...

28 Temmuz 2012 Cumartesi

Hükümdarın Sokağı


Bahçe kenarında kalmış sarmaşık kökleri, 
Yıkılmış, dağıtılmış ve harab edilmiş bir virane konak.
Ev sahibesi kadının kirli eteğinde saklı bütün sokak
Hınzır bir gülümseme, adi bir kahkaha, mahallenin piçleri.

Adım başı bir gardiyan, hükümdarim aldanma sen de yan
Bu babilin sınırlarında, bir uçurtmanın kuyruğunda 
Bu yaşli kadinin ağir işiten sol kulaginda, ak yeleli at toynaginda
Bir gizli efkar, çok bilindik bahçe kapisi yaşli hanimin konaginda.

Prensipte orospu, teoride bir keşkemekeş hali yanlış yol misali
Tutula dursun güneş ve ay, gezegenler kaça dursun birbirinden
Kadınsa kadın, erkekse erkek, gücüyle kuvvetiyle konakta ahali
Bir yaşlı kadın henüz 18inde sekerek can verdi sarmaşık köklü kapi eşiğinde.

Parlamento sokağı, kapı numarası yamuk yazıyla seksen altı
Sokakların hünkarı bir hürrem dudaklı suleyman kuvvetinde kapida 15 atlı
18inde yaşlı ev sahibesi şarap lekeli bir don tutturmuş ince belinde aşşagı
Yaşlı hanımefendinin ardı sıra bir hükümet dolusu imanlı kilise yavşağı...

Ben İstemedim

Bir kedinin sol patisinin tüyleriyim ben, o fare senin bu fare benim, koştum... Koşturuldum. Arada bir karanlık deliklerde buldum kendimi.. Aradım, yokladım. Bir tutam kan bulaştı, kanadım.. Kanatildım...

Bir fare tuttu kedi, ilk pence benden, yedi eti kedi. Ben ? Ben istemedim...

27 Temmuz 2012 Cuma

NE HADDİ NE ?


NE HADDİ NE?

Tadı hala damağımdayken yoksulluğun ne haddime bonfile,
Üstüme sinmişken kokusu ayrılığın, sevdalanmakda neymiş?
Ümit diyorlar ya hani adına çaresizlik düşlerinin,
Hırpalayan bu kasırgada güneşlenmek mi? Ne münasebet a dost!
Aha tam da şuramda, soluma yakın lakin öte yandan,
Inceden çalarken "hu" notasından intihar konçertosu bir ölü plaktan,
Kalkıp halaya uzanmak ta neymiş yıldız diyarına?
Hele yarına, yakın olan gün baharına ulaşımda bir kör bir ayvaz,
Gerisi mühim, gerisi vahim! Boş cigaradan derin bir solukta neyimize a dost!
Kirli kefenler, paslı kürkleri, bir kadeh kırmızı kadın, bir gidin cehennem,
Profesyonel bir ölü doğum, amatör bir döllenme...
Dur seslenme! Peydah ola dursun çocuğunun anası,
Kafası at yelesi burnu elma şekeri...
Çayıma dem bulamazken bre berduş,bardağın ince bellisi neyine?


Sözlü intihar denemeleri...

22 Mayıs 2012 Salı

Yanmalar

Yanmalar...

Saçlarım dağınık, kirli ve yağlı
Böyle ölüden hallice bir ruh kokum var,
Tırnak aralarımda ten artıklarıyla
Hani deliden hallice bi sıfatım da var.
Kaldırımlar konuşur, sen tükürürsün suratna
Fahişeler ağlaşır kucaklarında bebeyle
Sen...
Tükürürsün suratına. Hay sıfatına !
Ağaçlar sallanır, ekinler sararır anlasana be adam mevsim döner mevsim
Sen...
Sen beklersin. Tükürürler suratına. Saçları dağınık, kirli ve yağlı
Böyle bebeden hallice kokulu küçük kadınlar.
Sen... Sen beklersin, katar beklersin bir tren garında
Gelmez, acına ümit katar beklersin.
Sabah olur ayaz olur. Saçları dağınık,kirli ve yağlı...
Çırılçıplak kibrit çöpleriyle seviş.
Günahlar...

Ah ne tatlıdır yanmalar...

Yorgun Ruhlu Adam...

Kan Revandır Ölmeler

 Kan Revandır Ölmeler...

Sonra adam dönmüş kadına ve alabildiğince koşmuş suratına doğru, öyle ki önce dudaklarına takılmış tökezlemiş, durmamış...
Bir hışım toparlanıp koşarken burun kemeriyle çarpışmış, kadın asaletini bozmamış.
Adam kan revan, dizleri titremiş.
Derken gözleri. Sonra adam öyle bir ölmüş ki.
Kadın kan revan...


sözlü intihar denemeleri.....